TİRANLAR, TİRANSIZ TİRANLAR
Yazan: Ömer Yıldız
ÖZET
Platon’dan günümüze toplumların ve devletlerin idare yöntemleri izah
edilmiş ve özellikle de tiranlığın ortaya çıkış sebepleri ile tiranlığın
gelişim süreç ve sonuçları hakkında açıklayıcı bilgiler verilmeye
çalışılmıştır. Çalışmamızın esası olan tiransız tiranlık konusuna XXI yy.
modern toplumları bağlamında yaklaşılmış ve başkaca tiransız tiranlıkların olup
olmadığı da incelenmiştir. Gerek
tiranlık, gerekse tiransız tiranlık konuları,
SAVAŞ VE TOPLUM perspektifinden, silahlı ve silahsız şiddet açısından
değerlendirmeye çalışılmıştır.
1- GİRİŞ
İngiliz Sanayi devrimi ve Fransız
Devriminden sonra öncelikle Batı toplumlarının, dini değerleri ve dünyayı aşkın değerlerle algılamak ve yorumlamak
yerine, içkin bir düşünce anlayışı
ile bütün öykünmesini doğadan ve doğa kanunlarından alarak algılayıp
yorumlamaya başladığı görülmektedir. Devrimler sonrasında devletlere,
toplumlara, insan aklına ve bilimine pozitivizmin hâkim kılınmasının sonucu
olarak ulus devletler ortaya çıkmaya başlamış ve devlet ve toplumların idare
ediliş şekilleri değişerek insan yararına gelişim gösterdiği tarihsel olarak
izlenmiş ve görülmüştür.
Sanayi Devriminin sebep olduğu
kentleşme olgusu ile insan ilişkilerinin daha da yoğunlaşması, sanayi ve
ticaretin gelişmesi ile aristokrasi ve
monarşinin burjuvazi karşısında gerilemesi, insanları daha da özgürleştirmişti.
Özgürleşen insanlar “Hürriyet, Eşitlik ve Kardeşlik” fikirlerinin
aydınlatmasında Fransız Devrimini gerçekleştirmiş ve bu devrim yeni devlet
anlayışını, cumhuriyeti ve demokrasiyi önceleyerek insanlığı yeni bir çağa ve
evreye kavuşturmuştur.
İster Fransız Devriminden önce
olsun, isterse sonra olsun, tarihte bilinen devletler aristokrasi, timokrasi,
oligarşi, demokrasi veya tiranlık şekillerinden biri ile yönetilmiştir. Her
yönetim şeklinin kontrol ediliş ve denetleniş bakımından halklar açısından
kendine göre çok büyük mahiyette mahsurları varken, halklar için en iyi ve en
geçerlisi olan demokraside bile yönetimler açısından bazı kısıtlamalar
gerektiğini çağdaş demokrasinin oluşumuna en büyük katkıyı veren isimlerden
biri olan Montesquieu ifade etmiştir. Coşkun Can Aktan’ın Montesquieu’dan
aktardığı şekliyle, “John Locke gibi, egemenliğin halk adına kullanan seçilmiş
yöneticilerde toplandığı yönetim biçimi olan demokrasilerde, yöneticilerin ve
yetkilerinin mutlaka sınırlandırılması gerektiğini savunmuştur.”[1]
Gerek önceki çağlarda ve gerekse
demokraside kuralların ve kısıtlamaların olmaması durumunda devlet yöneticilerin zamanla tiranlaştıklarını ve
tiranlık yönetim anlayışı ile kendi çıkarları lehine devletleri ve halkları
idare ettikleri de bir vakadır.
2- ANTİKÇAĞDA VE GELENEKSEL TARIM TOPLUMLARINDA DEVLETLERİN YÖNETİM BİÇİMLERİ
Sokrates’in öğrencisi olan Platon
(İ.Ö. 427 ile 347) “ o ya hükümdar filozof yahut da filozoflar hükümdar
olmalılar; böyle olmazsa, devlet ve insanlık için mutluluk beklenemez”[2]
diyerek başlar Devlet’in birinci
kitabına. İkinci kitabında ise devleti şöyle tanımlar. “Bence bir devlet; insan, tek başına kendine
yetmediği, birçok şeye ihtiyaç duyduğu anda doğar. Yoksa devlet kurmanın başka
bir başlangıcı var mıdır? Ne dersin?" "O halde, kimi şu, kimi bu ihtiyacı karşılasın diye insanlar
birbirini yardıma çağırırlar; birçok ihtiyaçları olduğu için, birçok eşiti ve
yardımcıyı bir mekânda toplarlar. Bu topluluğa da kent, devlet adını veririz,
değil mi?"[3]
diye sorarak ilk devletin tanımını da yapmaktadır. Aşağıdaki Tablo-1’de Platon’un siyasal
sınıflandırmaları görülmektedir.
Tablo-1 Platon’un Siyasal Sistem Sınıflandırmaları
Eserler | ||||||
Devlet | Timokrasi | Oligarşi | Demokrasi | Tiranlık | - | - |
Devlet Adamı | Aristokrasi | Oligarşi | Monarşi | Tiranlık | Yasal Demokrasi | Keyfi Demokrasi |
Yasaklar | Dinasti | Mutlak Otokrasi Mutlak Demokrasi | - |
Cem Eroğlu, “Siyasal düzenlerin sınıflandırılmasına ilişkin birkaç
tarihsel örnek ve tartışma, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Komisyonu”, Ankara, 1981, Ankara Üniversitesi Basımevi, s. 87-98
Platon isimli kitabında insanlığın ihtiyaçlarını bu günkü çağdaş normlara yakın şekilde tespit eder. Bir insanın önce açlığını, sonra yaşayacağı yeri, sonra da giysilerini ve buna bezer ihtiyaçları temin etmeye çalıştığını sayar. Ardından da toplumun her bireyinin farklı bir iş yapmasının zorunluluğunu ifade eder ve devlet adamından askere kadar kimlerin ne yapması gerektiğini ve her birinin taşıması gereken özellikleri ifade eder. Mesela askerlerde aradığı özellikler, “düşmanlarına sert, yurttaşına karşı yumuşak, yaratılışı bakımından filozof, coşkun ruhlu, çevik, güçlü,”[4] olmaktır.
Platon ayrıca hukuktan ve devlet adamlığı vasıflarından da
bahsetmektedir. "Bunun için
değil midir ki, yalnızca böyle bir kentte kunduracı kunduracıdır,
kunduracılığından başka bir de kaptanlık yapmaz, çiftçi çiftçidir, çiftçilikten
başka bir de yargıçlık yapmaz, asker askerdir, askerlikten başka ticaretle
uğraşmaz, hepsi de aynen öyledir."[5]
Yukarıdaki izahlardan da anlaşılacağı üzere Platon Devlet kitabında devletin kuruluş şekline, devlet idarecilerin
vasıflarına, adalet sağlayıcıların ve vatandaşların ve hatta askerlerin
özelliklerine değinirken antik çağdan günümüze ışık tutmaktadır.
Platon’un hocası olan Aristoteles ise “Devlet dediğimiz topluluktur ve o
topluluk türüne de siyasal diyoruz. Devlet adamıyla devlet, kralla uyrukları,
aile reisiyle ev halkı, efendiyle köleleri arasındaki ilişkilerin hep aynı
olduğunu sanmak yanlıştır. Aralarında yalnızca büyüklük değil, nitelik farkı da
vardır. Büyüklük ayraç değildir; bir adamla birkaç kişi arasında efendi-köle
ilişkisi, daha çoğu arasında aile ilişkisi, bundan daha çoğu arasında da bir
krallık ya da siyasal topluluk ilişkisi olduğunu söyleyemeyiz,”[6]
diyerek insan topluluklarının idare ediliş şekillerine değinmektedir.
Aristoteles bireyden devlete
doğru dönüşen toplumsal yapının kronolojik gelişimini aile, köy, krallık olarak izah ederken “şehir-devletleri de başlangıçta
krallıkla yönetilmekteydi,”[7]
diye anlatmaktadır. Aristoteles’te köylerden oluşan birlik yapısı şehir ya da devlettir (polis). Devlet artık kendini idare
edebilen ve kendi kendine yetebilen bir hüviyete bürünmüştür.
Aristoteles Politika kitabında
devlet yönetimin ortaya çıkışını şöyle ifade eder. “…Bir adamın karısı
üstündeki yönetimi bir devlet adamının yönetimidir, siyasal bir yönetimdir;
çocukları üstündeki yönetimi ise bir kralın yönetimidir, kralca bir yönetimdir…
Çocuklar üstündeki yönetim, kralca bir egemenliğe dayanır, çünkü baba hem
sevgiden hem de yaştan ötürü yöneticidir ve bu krallık egemenliğinin ilk örneği
olmuştur. Gerçekten, bazıları en iyi anayasanın bütün türlerin bir karması
olduğunu söyler ve bunların bazıları, Lakedaimonia yönetimi oligarşi, monarşi
ve demokrasiden oluşur, derler: Krallığı monarşidir, yaşlılar kurulu (gerousia) oligarşidir, ama yine de halktan
seçilen ephor’lar[8]
demokratik olarak yönetse ephor’lar
erki bir tiranlıktır.”[9]
3- TİRANLIK
Tiran, Eski Yunanca bir sözcük değildir; Doğu dillerinden, olasılıkla da
Lydceden Eski Yunancaya geçmiş olduğu düşünülmektedir.
İlk Yunan kentleri krallık adı verilen ve babadan oğula miras yoluyla
geçen monarşik bir rejimle yönetiliyorlardı. Kral (basileus) devletin başıydı; Savaşlarda orduya o başkanlık ederdi.
Diğer soylu kişiler de ön saflarda savaşır ve devlet işlerinde krala yardımcı
olurdu. Alınan kararlarda onlar da söz sahibi olmasına karşın hepsi kralın
otoritesine boyun eğmekle yükümlüydü.
Geniş topraklara ve büyük bir zenginliğe sahip bu soylu ve elit kesim
kralı devredışı bırakarak yönetim gücünü kendi aralarında paylaşmaya karar
verdi ve böylece Yunan kentlerinde aristokrasi (aristokratia) adı verilen rejim başladı. Fakat paranın bulunmasıyla
birlikte artan ticari hacim yeni zenginlerin ortaya çıkmasına neden oldu ve bu
zenginler de aristokratik yönetimi devirmek maksadıyla kendi aralarından birini
tiran olarak çıkardılar. İlk defa M.Ö. 7. yüzyılda ortaya çıkan tiranlık
5. yüzyıla kadar devam etmiştir. Aristokrasiden demokrasiye geçişte önemli bir
aşama olarak kabul edilmekte olan tiranlık, Arkaik Dönemin yönetim anlayışına
âdeta damgasını vurmuştur.
“Tiran ve tiranlık” Arkaik ve Klasik Dönemde birbirinden çok farklı
şekillerde algılanıyordu. Arkaik Dönemdeki insanların ne tiranla ne de
tiranlıkla bir sorunu vardı. Çünkü belki de insanlar nasıl bir rejimde
yaşadıklarının farkında bile değillerdi.
M.Ö. 5. ve 4. Yüzyıllarda ne oldu da dönemin yazarları ve filozofları
(Platon, Aristoteles, vs.) tarafından krallar iyi ve yasalara bağlı
yöneticiler; tiranlar ise kötü ve yasa tanımaz kişiler olarak anılmaya başladı?
“Anderson bu değişimin en önemli sebebini Perslere bağlamaktadır. Bilindiği
gibi Persler, 546 yılında Kyros önderliğinde Kroisos’u devirerek Lydia
topraklarını ve başkenti Sardeis’i ele geçirmişler ve bu tarihten itibaren
Anadolu’nun tiranlıkla yönetildiğini bildiğimiz batı kıyılarındaki kentlerini
tek tek Pers İmparatorluğu’na dahil etmişlerdir. Pers kralları kentlerdeki
tiranlık yönetimine ses çıkarmamış, hatta onları destekleyerek kendi işleri
için bir maşa gibi kullanmışlardır. Böylece tiranlık Batı Anadolu’da Perslerin
âdeta bir oyuncağı haline gelmiştir. Bu durum ise Atina’da demokrasinin
gelişmeye başlamasıyla bütün tiranların da çok geçmeden böyle algılanmalarına
yol açmıştır.[10]
Fakat genelde tiranlık çoğu kez, taşkın bir demokrasiden ya da bir
oligarşiden doğar. “Tiranlıkta hem demokrasinin hem oligarşinin kötü yanlarının
birleştiği apaçıktır. Tiranlık oligarşiden iki şey alır: (1) izlenecek hedefin
zenginlik olduğu anlayışı -servet, tiran için besbelli zorunludur, çünkü onsuz
ne muhafız besleyebilir ne de lüks bir yaşam sürebilir - ve (2) halka karşı
güvensizlik; bu nedenle halka silâh vermez, aşağı-sınıflara kötü davranır ve
onları başkentte oturtmaz. Bunlar oligarşiyle tiranlıkta ortaktır. Tiranlık
demokrasiden de, yukarı sınıflara düşmanlığını almıştır; onları açık ya da
gizli yöntemlerle çökertir ve rakip olarak karşısına çıkabilecek ya da
yönetimin işleyişini engelleyecek kimseler diye sürgüne yollar. Onun için,
tiranın devrilmesini amaçlayan komploların bu insanların arasından kaynak
alması doğaldır; bunlar ya kendileri egemen olmaya ya da hiç değilse, köle gibi
boyun eğmemeye azmederler.”[11]
Günümüz anlayışında “tiran mevcut yönetimi yasal olmayan yollarla (darbe
yaparak) ele geçiren ve elinde bulundurduğu mutlak ve muazzam gücü, yönetimini
üstlendiği toplumların refahından ziyade sadece kendi kişisel çıkarları uğruna
keyfi olarak tek başına kullanan zalim bir kişi olarak tanımlanır.”[12]
Şayet bir devlet yöneticisi kendini tiranlaştırdığı andan başlayarak,
devlet kademelerinde yükselme hırsıyla yanıp tutuşan kanun tanımaz fırsatçı paragözleri, devletin ve ülkenin
ganimetlerinden pay alabilmenin en kestirme yolu olarak gördükleri küçük
tirancıklar olabilmek için büyük tiranın
çevresine toplanıp ve hatta kuşatarak onu desteklemeye başlarlar. Büyük tiran ülkeden
şahsi zenginlik elde etmenin peşine düştüğünde küçük tirancıklar halkı soymak,
varsılların servetini ellerinden almak için her türlü kanuni veya kanuni
olmayan yollara başvurarak tuzaklar kurarlar. İnsanları ölüme veya hapse mahkûm
ederek korkuturlar. Aralarında ganimetin ve ganimet arayışının kokusunu almayan
tek kişi yoktur. “Tiran, uyruklarını birbirine kırdırarak kulluklaştırır ve
öyle kişiler tarafından korunur ki, eğer bu kişiler biraz değerli olsalar
tiranın bunlardan kendisini koruması gerekir… Tiran kendine yakın olan diğer
kişilerin alçaklıklarını ve kendinden lütuf dilediklerini görür. Bu kişilerin
tiranın söylediklerini yapmaları yeterli değildir; onun ne istediğini
düşünmeleri ve hatta onu memnun edebilmek için düşüncelerini öngörmeleri
gerekir. Tirana yalnızca itaat etmekle kalmayacaklar,
onu hoşnutta edecekler, işlerini yapmak için uğraşacaklar, didinecekler,
keyifli olmasından haz duyacaklar ve kendi kişisel beğenileri yerine onunkini
benimseyerek mizaçlarını, doğal yapılarını değişmeye zorlayacaklardır. Tiranın
söylediklerine, sesine, işaretlerine, gözlerine dikkat etmeleri gerekecek ve de
arzularını bile bilmek ve düşüncelerini seçebilmek için sürekli olarak tetikte bulunacaklardır.”[13]
Tiran ve tirancıkların
kötülüklerinden kurtulmanın yolu, tirandan kurtulmak isteğidir.. “Kulluk etmemeye karar
verdiğiniz an özgürsünüz demektir. Onu itmenizi veya dengenizi bozmanızı
istemiyorum. Fakat yalnızca onu desteklemeyin; işte o zaman onun altından
kaidesi çekilmiş bir Closse[14]
gibi tüm ağırlığı ile düşüp parçalandığını göreceksiniz.”[15]
Diktatörleri iktidara taşıyan güç, sadece paraların çokluğu değildir.
Hitler örneğinde olduğu gibi diktatörlere sıradan vatandaşlar da yardım
etmişlerdi. “Ma,l mülk, mücevherat, sanat eserleri, milis örgütlerine ve parti
ordularına verilen tonlarca gıda malzemesi, toplumun itibarlı, saygın
kişileriyle kurulan dostane ilişkiler; devlet kuruluşlarının, basının,
mahkemelerin, polisin ve ordunun destekleri; silah ve savaş malzemesi,
diktatörlere iktidara giden yolu açan paradan çok daha değerli oluyordu çoğu
kez. Genelde yaygın olan bir kanaat vardır ki, para hem iktidarda olanlar, hem
de iktidara soyunmak isteyenler için bir güçtür. Madalyonun bir diğer yüzü ise
şudur: . Bağışı yapanlarla alanlar, çoğu kez
her ne kadar farklı dünya görüşlerine sahip olsalar da, sonuçta aynı hedef ve
fikirde birleşmektedirler.”[16]
Timothy Snyder, Tiranlık Üzerine, Yirminci Yüzyıldan Yirmi
Ders isimli kitabına Leszek Kolakovski’ın bir sözüyle başlıyor.
“Siyasette kandırılmış olmak bir mazeret değildir.” Yirminci yüzyılda yaşanan
katliamlar, faşizm ve nazizmin medeniyetlerin beşiği olan Avrupa devletlerini
nasıl yakıp yıkıp yok ettiğini, milyonlarca insanı tükettiğini hepimiz
biliyoruz. Timothy Snyder kitabında yeni yüzyıl insanlığına aşağıdaki
öğütleri veriyor;[17]
Peşinen itaat etmeyin, kurumları koruyun, tek Partili devlet sisteminden
kaçının, dünyaya karşı sorumluluklarınızı üstlenin, meslek ahlak değerlerinden
şaşmayın, paramiliterlere dikkat edin, silahlanmak zorunda kalırsanız bunu çok
iyi düşünün, diğerlerinden ayrışın, dilinize özen gösterin, gerçeklerden
şaşmayın, araştırın, karşınızdaki ile göz teması kurun ve sohbet edin, somut
politikalar uygulayın, özel hayatınız olsun, hayırlı işlere katkıda bulunun,
diğer ülkelerdeki akranlarınızdan bir şeyler öğrenin, sakıncalı sözcüklere
dikkat edin, hayal bile edilemeyen gerçekleştiğinde sakinliğinizi koruyun,
vatansever olun, elinizden geldiğince cesaretli davranın.
Tiranlıktaki hegemonyada yüz binlerce ve milyonlarca insanın tek bir
kişiden korktuğu için ses çıkarmaması ne akla ne de mantığa sığmaktadır. Tirani
yönetimin altında ezilen insanlar için savaşma söz konusu olduğunda ölümüne
mücadeleye girdikleri düşünüldüğünde tirana itaatin kökenindeki ana unsurun
korku olmadığını da söyleyebilir miyiz? O halde ekonomik çıkarları mı bu
insanları tiran karşısında sessizleştirmektedir? Böyle bir yaklaşımla
tiranilere itaati, ekonomik gerekçelere dayandırmak De La Bonétie tarafından
reddedilmektedir. “Sizler gözümüzün önünde , en güzel ve en parlak
kazançlarınızın götürülüşüne, tarlalarınızın yağmalanmasına, evlerinizin ve
eşyalarınızın çalınmasına seyirci kalıyorsunuz. Öyle bir yaşam sürüyorsunuz ki,
hiçbir şeyin size ait olduğunu söyleyebilecek durumda değilsiniz,”[18]
demektedir.
Tirani baskının sonucunda özgürlüğünü kaybeden insan yığınları başka bir
davranış içerisine girerek kullaşmaya başlar. Oysa ki özgürlük konuşma ile
başlar; tiranlıkta konuşan sadece tirandır. “Tiranlık , yalnızca bir kişinin
konuşup diğerlerinin onu dinlediği…ve kitlelerin tiranın söylemini
tekrarlamaktan başka bir şey yapmadığı bir durumu temsil eder.”[19]
4- TİRANSIZ TİRANLIK
Yukarıda bahsettiğimiz üzere,
gerek Tunç Devrinde ve gerekse Ortaçağda, insanların bireyden aileye, klana,
oymağa, kente, ardından da devlete evrilmesinin ana gayesi; barış ve huzur
içinde yaşamak, düşmanlarına karşı kendilerini savunmak veya gerekirse
saldırmak amaçlı savaşlara girmek durumları için topluluk haline gelmişlerdir.
Dolayısıyla geçmişten günümüze “toplumsal ve siyasal yapıdaki özellikler, söz
konusu toplumların savaş veya barış hâli seçenekleri karşısında tavırlarında
nereye kadar belirleyici etkenler olarak işledikleri sorusu üzerinde oldukça
gelişmiş bir yazın külliyatının varlığı malûmdur.”[20]
Auguste Comte, Saint-Siman,
Montesquieu gibi düşünürler modern toplumun ruhunu yansıtan olgular üzerinden
sosyolojik analizler yaparken, yine modern toplumun olmazsa olmazı ticaret
üzerinden toplumun idaresinde barışçıl yaklaşımı esas alarak toplum
yönetimlerini öncelemişlerdir.
Fakat bir realite olarak
savaşlarla toplumsal yapılar arasında önemli bir etkinin olduğu da bir
gerçektir. Toplumun siyasi yapısı
savaşları belirlerken, savaşlar da başladıktan sonra toplumun siyasi şeklini
belirleyebilmektedir. Prusyalı bir general olan Carl Von Clausewitz, “ Bir
bütünün parçaları ve bütün ötekileri içine alan üç şey birbirinden ayırmamız
gerekir. Bunlar: askeri güçler, ülke ve düşmanın iradesi,”[21]demiştir.
Geleneksel toplumlarda karar vericiler,
yani otoriteler, genellikle ya aristokrasi, oligarşi, monarşi veya tiranlar
iken modernite ile birlikte otorite ortadan kalkmıştır. Ancak modern toplumda
bu boşluğu çoklu otoriteler doldurmuştur. Modernitede değişime uğrayan “otorite
kavramı, yerini birçok otoritenin bir araya geldiği bürokratik otoritelere
bırakmıştır. Yüzyılın
başlarında Weber, bürokrasiyi geleceğin otoritesi olarak görüyordu. “[22]
Weber’e göre bir toplumsal
ilişki, birden fazla kişinin anlam bakımından karşılıklı bağımlılıklarına
uyarlanmış ve yönelmiş davranışlarından oluşur. “Toplumsal ilişkiler bir
ekonomik mübadele kadar açık uçlu ve geçici olabilir; ya da zanaat locası veya devlet örneğinde
olduğu gibi nispeten kapalı, kalıcı formasyonlar olabilir. Toplumsal eylemler -
ve bilhassa toplumsal ilişkiler- faillerin meşru düzenin var olduğuna
inanmalarından etkilenebilir.”[23]
Hannah Arendt ise şiddet üzerine
çalışmasında otoriteler ağının aslında modern zamanlarda bir tür “tiransız
tiranlık” olduğunu söyler. Bu duruma Cemil Oktay, Modern Toplumlarda Savaş ve Barış isimli çalışmasında “Modern
yaşama bir tiranlık hakimdi; ancak
tiranı somut olarak işaret edemiyorduk. Küçük ve adeta hücresel tiranlıklar,
modern toplumların dokusuna, tüm alanlarına sızmıştı. Modern yaşamın üretimini
ve kamusal işleri sürdüre bilmek için bu tür bir otorite örgütlenmesi
gerekliydi. Üstelik bu anonim, anonim olduğu kadar da atomlaşmış tiranlık,
düşünme becerisinden yoksun, salt eyleme yönelik bir tiranlıktır. Dahası
atomlaşmış modern örgütler, insanlığı kendine ve değerlerine karşı
körleştirmiş, kendi körlüklerini toplumun körlüğü haline getirmişlerdi… Modern
toplumlarda savaşı ve barışı düşünürken, modernliğin bu çok kendine özgü yönünü
sürekli göz önünde bulundurmak gerekiyor. Zamanımızın savaş ve barış hallerini
belirleyen büyük ölçüde tiransız tiranlardır. O nokta, eleştiri süzgecinden
geçirilmeden, modern toplumların şiddet içersin içermesin eylemlerini anlamak
olanaksız bir girişimdir. Toplumsal eylemin bürokratlaşmış özelliğinden belki
de en çok nasibini alan örgütler, modern askeri örgütler oluyor… Kışla, olgunun
sadece bir cephesidir. Bürokratlaşma, kamusal veya özel tüm eylem alanlarında
yayın ve o ölçüde egemen bir olgudur.”[24]
Modern dönemlerdeki bürokratik
yapının tiransız tiranlığa dönüştüğü ifade edilmekle birlikte bu tiransız
tiranlığın kamusal hizmetleri yürütmeyi gaye edinen görevlilerin eyleme dönük
yasa ve kurumların kendilerine tanıdıkları yetkiyi kullanmaktan ibret olduğu
anlaşılmaktadır.
SONUÇ:
Batı medeniyetini benimsemiş
ülkelerde, az veya çok demokrasi
anlayışı egemen olsa da, bu ülkelerde dahi tiranlığın izlerine ülke
bürokrasisinde rastlamak mümkündür ve
bunlar tirazsız tiranlar olarak da adlandırılmaktadır. Tiransız tiranlar, batıda devleti ve toplumu korumayı hedefleyen
eylem odaklı kamu ve özel sektörün irili ufaklı karar vericileri iken, Rusya,
Çin, İran ve diğer Asya devletlerinde, genelde iktidar odaklı tiransız tiranlık
hakimiyetinin olduğu görülmektedir. Bunun nedeni, demokrasi kültürünün tam
olarak yerleşmemesi, demokrasinin yasalara saygı çerçevesinde işletilmemesidir.
Demokrasi yeterince oluşmadığı
devletlerde, siyasete ve siyasetçiye güvenmeyen devlet bürokrasisi ve özellikle
de askeri bürokrasi, türlü gerekçelerle devletin diğer bürokratik kesimleri ile
ilişki içerisinde hükümetlerin iktidar olmalarına engel olacak yasal veya
fiziki engeller koyarak, yasaların kendilerine tanıdığı yasal tiransız
tiranlığı adeta görünmez bir tiranlığa
çevirebilmekte ve daha da ileri giderek önce timokrasiye, ardından tiranlığa ve
en nihayetinde de oligarşiye dönüşebilmektedir.
Türkiye, bürokrasinin
gücünü, 1960 ve sonrası yaşanan askeri
darbelerle fiilen öğrenmiştir. Başta ordu olmak üzere birçok devlet kurumunun,
kendileriyle iyi ilişki kurmayan veya kendilerine cephe alan hükümetlere karşı
yasaların verdiği görev ve yetkilerini kullanarak onları iş yapamaz hale
getirmiş ve hatta iktidardan uzaklaştırıp kendi iktidarlarını ilan etmişlerdir.
Yasaları, algılama ve anlayış
biçimlerine göre uygulamaya koyan bürokrasi elitleri, yani tiransız tiranlar,
iş dünyası ve siyasetçilerle çeşitli çıkar ilişkilerine girerek kendilerine
maddi ve manevi çıkar sağladıkları da bir realitedir. Buna Sovyetler
Birliği’nin dağılması ile birlikte birden bire ortaya çıkan politbüro ve yüksek
bürokrasi zenginlerinin, yani oligarkların türemesi önemli bir örnek teşkil
eder.[25] İster
devlette olsun, isterse özel sektörde olsun kimlerin çıkarcı tiransız tiran
oldukları sahip oldukları servet ve liyakatsiz olarak elde ettikleri
makamlardan kolayca anlaşılabilir.
Bu sonuçlardan sonra dünya
üzerinde hala varlığını sürdüren güçlü tiransız tiranlar sınıflandırmaya tabi
tutarsak;
1- Terör
örgütleri; Zaman içinde tirani devletlerin kontrolüne girerek onların tiransız
tiranlar örgütleri haline gelmektedirler.
2- Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyeleri; Dayatmacı ve çıkarcı anlayışlarıyla dünya devletlerine karşı tiransız tiranlık
yaptıkları da söylenebilir.
3- İktisadi
kurum ve kuruluşlar; İktisadi hayat
içerisinde her türlü ticari, sanayi ve
mali aktörlerinde tiransız tiranlıklarından bahsedilebilir.
4- Parti
lider ve yöneticileri; Seçim ve partiler yasasının parti başkanlarına tanıdığı
aşırı yetkiler başkanlarının tiranlığını veya tiransız tiranlığını teşvik
mahiyetindedir. Bu tip yasaların hâkim olduğu ülkelerde milletvekilleri ve
parti yöneticileri parti liderini tiranlığa teşvik ederek, kendileri
liderlerinin gönüllü kullarına dönüşerek kendi küçük tiranlarını ilan
etmektedirler.
5- Tirani
emperyalist devletler; Günümüz dünyasının tiran devleti olarak varlığını sürdürürken
ABD ve onun tiransız tiranlığını yapan batı devletleri ABD’nin tiranlığını
kutsallaştırıp batının emperyalist sömürü düzenine katkı sunmaktadırlar.
6- Dini
yapılar; Kiliselerin, Sinagogların ve diğer dini kuruluşların ve cemaatlerin
ruhani yöneticileri dini kullanarak din üzerinden toplum üzerinde tiransız
tiranlık yaptıkları da ifade edilebilir.
7- Patronlar
ve iş birlikçisi beyaz yakalılar; Yine ekonominin baronları kendi ekonomik
imparatorluklarını sevk ve idarede adeta tiranlaşırken, beyaz yakalı emekçiler
de patronlarını daha fazla zenginleşmesine sağlamakta ve bu sayede patronaj
zenginleşmesinden kendilerine düşecek payı artıracak şekilde tiransız tiranlara dönüşmektedirler.
Tiranlıkla yönetilen ülkelerde
tiranları ve onların küçük tirancıklarını ortadan yasal veya zor kullanarak
kaldırmak mümkünken, modern dünyada tiransız tiranları ortadan kaldırmak mümkün
değildir. Özellikle ekonominin, siyasetin, yargının ve ordunun silahlı gücünü
elinde bulunduranların tiransız tiranlığı kolayca yok edilemez. Çünkü bu
kesimler zaten halktan ve gözlerden uzak sürdürdükleri hayatın içinde
birbirleri ile çıkar ilişkisi içinde büyük bir dayanışma ve kararlılıkla
güçlerini muhafazaya çalışmaktadırlar.
Kanun tanımaz tiranlığın veya
tiransız tiranlığın hüküm sürdüğü coğrafyalarda ve ülkelerde gerek doğa, gerek
toplum ve gerekse de medeniyet sömürülmeye ve tüketilmeye devam edecektir.
Aristoeles, Politika, Remzi Kitapevi
Carl von Causewitz, Savaş Üzerine, May Yayınları
Cemil Oktay, Modern Toplumlarda Savaş ve Barış,
Bilgi Ünv. Yayını
Cem EROĞUL, Siyasal düzenlerin sınıflandırılmasına ilişkin birkaç tarihsel örnek ve
tartışma, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Komisyonu, Ankara
1981 Ankara Üniversitesi Basımevi.
Coşkun Can Aktan, İdeal Bir Siyasal Yönetim Arayışı ve
Anayasal Demokrasi, Hukuk Ve İktisat Araştırmaları Dergisi, Cilt 8 sayı 2,
2016
Etienne De
La Boétie, Gönüllü Kulluk
Üzerine Söylev, İmge Kitapevi, 2013Frank
Fritz Ringer, Weber’in Metodolojisi üzerine
Genetto Mosca, The Ruling Class, Mcgraw-Hill Book Company.
Hannah Arendt, Şiddet Üzerine, İletişim Yayınları,1997
Hannah Thoburn, Rusya Siyasetini Anlama Kılavuzu(Rapor),
SETA Yayınları, İstanbul 2015
Hüseyin Uzunoğlu, Arkaik Çağ'da Tiranlık
John Stuart Mill, A System Of Logic, Ratiocinative And
Inductive, Harper &
Brothers
Kaan H. Ökten, Siyasal ve Dinsel Düşünce tarihine Giriş,
Alfa Yayınları
Nihat YILMAZ, Antik yunan dönemi karşılaştırmalı siyaset biliminde siyasal sistem
sınıflandırmalarına genel bir bakış, Doğuş
Üniversitesi Dergisi, 15 (1) 2014, 123-138
Mete Ulaş Aksoy, Leo Strauss’un Hıero Yorumunda Tiranlık
Öğretisi Ve Felsefe, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, 2018.
Murat Aslan, Klearkhos’un Byzantion’daki Tiranlık Rejimi, Aktüel Arkeoloji
Dergisi
Platon, Devlet
Peter F. Wıener, Hitler'in Manevi Atası Martin Luther, Kaknüs
Düşünce, 2002
Seymour Martin Lipset, Siyasal İnsan, V Yayınları
Timothy Snyder, Tiranlık Üzerine, Yirminci Yüzyıldan Yirmi
Ders, Olvido Kitap
Walter Görlitz, Diktatörlerin Arkasındaki Parababaları, Altın
Kitaplar,1995
Wilson Kiel, Civil War
Soldiers of Kendall County, Skyline Ranch Press
[1] Coşkun
Can Aktan, İdeal Bir Siyasal Yönetim
Arayışı Ve Anayasal Demokrasi, Hukuk
Ve İktisat Araştırmaları Dergisi, Cilt 8 sayı 2, 2016
[2] Platon,
Devlet, Birinci Kitap
[3] a.g.e.
İkinci Kitap
[4] a.g.e.
ikinci kitap
[5] a.g.e.
ikinci kitap
[6]
Aristoteles, Politika, Remzi Kitapevi, 1982. s. 9
[7] Aristoteles,
Politika, Remzi Kitapevi, 1982. s. 8-26
[8] Ephor(efor)
Sparta'nın üst düzey sulh yargıçlarına verilen addır. Beş kişilik bir heyet her
yıl dönemlik seçilirdi ve bu kişiler her ay krallarının emirlerine uyacaklarına
yemin ederlerdi. Aynı şekilde Sparta kralı da kanunlara uyacağına yemin ederdi.
[9] Aristoteles,
Politika,
Remzi Kitapevi, 1982. s. 44
[10] Eda
Akyürek Şahin, Burak Takmer, Fatih Onur, Eski Çağ yazılar 1, Arkeoloji ve Sanat
Yayınları, sss. 181,182,183
[11] A.g.e.
s.164
[12] A.g.e. ss.
177,178
[13] Etienne De
La Boetie, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev, İmge
Kitapevi, 2013, ssss.
52,53,53,55
[14]
Dünyanın yedi harikasından biri olan Rodos’taki devasa Helios (belkide Apollon)
heykeli.
[15]
A.g.e.26
[16] Walter
Görlitz, Diktatörlerin Arkasındaki Para Babaları, Altın Kitaplar,1995,
ss.8,9
[17] Timothy Snyder, Tiranlık
Üzerine, Yirminci Yüzyıldan Yirmi Ders, Olvido kitap, 2017 s. 10
[18] Etienne De
La Boetie, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev, İmge
Kitapevi, 2013, s. 85
[19] A.g.e.
s.93
[20] Cemil
Oktay, Modern Toplumlarda Savaş ve Barış, Bilgi Ünv. Yayınları. 2014 s. 1
[21] Carl
von Causewitz, Savaş Üzerine, May Yayınları, 1975, S.68
[22] Cemil
Oktay, Modern Toplumlarda Savaş ve Barış, Bilgi Ünv. Yayınları. 2014 s. 12
[23] Fritz
Ringer, Weber’in Metodolojisi üzerine,
Doğubatı Yayınları, 2006 s.196
[24] Cemil
Oktay, Modern Toplumlarda Savaş ve
Barış, Bilgi Ünv. Yayınları. 2014 s. 12 13
[25] Hannah Thoburn,
Rusya Siyasetini Anlama Kılavuzu(Rapor), SETA Yayınları, İstanbul 2015
Tweet
Okunma Sayısı:2017
Tarih: 19-06-2019 10:17