TİRANLAR, TİRANSIZ TİRANLAR

Yazan: Ömer Yıldız


ÖZET

Platon’dan günümüze toplumların ve devletlerin idare yöntemleri izah edilmiş ve özellikle de tiranlığın ortaya çıkış sebepleri ile tiranlığın gelişim süreç ve sonuçları hakkında açıklayıcı bilgiler verilmeye çalışılmıştır. Çalışmamızın esası olan tiransız tiranlık konusuna XXI yy. modern toplumları bağlamında yaklaşılmış ve başkaca tiransız tiranlıkların olup olmadığı da incelenmiştir.  Gerek tiranlık, gerekse tiransız tiranlık konuları,  SAVAŞ VE TOPLUM perspektifinden, silahlı ve silahsız şiddet açısından değerlendirmeye çalışılmıştır.

 

1- GİRİŞ

İngiliz Sanayi devrimi ve Fransız Devriminden sonra öncelikle Batı toplumlarının, dini değerleri ve dünyayı aşkın değerlerle algılamak ve yorumlamak yerine, içkin bir düşünce anlayışı ile bütün öykünmesini doğadan ve doğa kanunlarından alarak algılayıp yorumlamaya başladığı görülmektedir. Devrimler sonrasında devletlere, toplumlara, insan aklına ve bilimine pozitivizmin hâkim kılınmasının sonucu olarak ulus devletler ortaya çıkmaya başlamış ve devlet ve toplumların idare ediliş şekilleri değişerek insan yararına gelişim gösterdiği tarihsel olarak izlenmiş ve görülmüştür.

Sanayi Devriminin sebep olduğu kentleşme olgusu ile insan ilişkilerinin daha da yoğunlaşması, sanayi ve ticaretin gelişmesi ile  aristokrasi ve monarşinin burjuvazi karşısında gerilemesi, insanları daha da özgürleştirmişti. Özgürleşen insanlar “Hürriyet, Eşitlik ve Kardeşlik” fikirlerinin aydınlatmasında Fransız Devrimini gerçekleştirmiş ve bu devrim yeni devlet anlayışını, cumhuriyeti ve demokrasiyi önceleyerek insanlığı yeni bir çağa ve evreye kavuşturmuştur. 

İster Fransız Devriminden önce olsun, isterse sonra olsun, tarihte bilinen devletler aristokrasi, timokrasi, oligarşi, demokrasi veya tiranlık şekillerinden biri ile yönetilmiştir. Her yönetim şeklinin kontrol ediliş ve denetleniş bakımından halklar açısından kendine göre çok büyük mahiyette mahsurları varken, halklar için en iyi ve en geçerlisi olan demokraside bile yönetimler açısından bazı kısıtlamalar gerektiğini çağdaş demokrasinin oluşumuna en büyük katkıyı veren isimlerden biri olan Montesquieu ifade etmiştir. Coşkun Can Aktan’ın Montesquieu’dan aktardığı şekliyle, “John Locke gibi, egemenliğin halk adına kullanan seçilmiş yöneticilerde toplandığı yönetim biçimi olan demokrasilerde, yöneticilerin ve yetkilerinin mutlaka sınırlandırılması gerektiğini savunmuştur.”[1]

Gerek önceki çağlarda ve gerekse demokraside kuralların ve kısıtlamaların olmaması durumunda devlet  yöneticilerin zamanla tiranlaştıklarını ve tiranlık yönetim anlayışı ile kendi çıkarları lehine devletleri ve halkları idare ettikleri de bir vakadır.

 

2- ANTİKÇAĞDA VE GELENEKSEL TARIM TOPLUMLARINDA DEVLETLERİN YÖNETİM BİÇİMLERİ

 

Sokrates’in öğrencisi olan Platon  (İ.Ö. 427 ile 347) “ o ya hükümdar filozof yahut da filozoflar hükümdar olmalılar; böyle olmazsa, devlet ve insanlık için mutluluk beklenemez”[2] diyerek başlar Devlet’in birinci kitabına. İkinci kitabında ise devleti şöyle tanımlar.  “Bence bir devlet; insan, tek başına kendine yetmediği, birçok şeye ihtiyaç duyduğu anda doğar. Yoksa devlet kurmanın başka bir başlangıcı var mıdır? Ne dersin?" "O halde, kimi şu, kimi bu ihtiyacı karşılasın diye insanlar birbirini yardıma çağırırlar; birçok ihtiyaçları olduğu için, birçok eşiti ve yardımcıyı bir mekânda toplarlar. Bu topluluğa da kent, devlet adını veririz, değil mi?"[3] diye sorarak ilk devletin tanımını da yapmaktadır.  Aşağıdaki Tablo-1’de Platon’un siyasal sınıflandırmaları görülmektedir.


Tablo-1 Platon’un Siyasal Sistem Sınıflandırmaları


Eserler                                          

Devlet

Timokrasi

Oligarşi

Demokrasi

Tiranlık

-

-

Devlet Adamı

Aristokrasi

Oligarşi

Monarşi

Tiranlık

Yasal Demokrasi

Keyfi Demokrasi

Yasaklar

Dinasti

Mutlak Otokrasi

Mutlak Demokrasi

-


Cem Eroğlu, “Siyasal düzenlerin sınıflandırılmasına ilişkin birkaç tarihsel örnek ve tartışma, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Komisyonu”, Ankara, 1981, Ankara Üniversitesi Basımevi, s. 87-98 


Platon isimli kitabında insanlığın ihtiyaçlarını bu günkü çağdaş normlara yakın şekilde tespit eder. Bir insanın önce açlığını, sonra yaşayacağı yeri, sonra da giysilerini ve buna bezer ihtiyaçları temin etmeye çalıştığını sayar. Ardından da toplumun her bireyinin farklı bir iş yapmasının zorunluluğunu ifade eder ve devlet adamından askere kadar kimlerin ne yapması gerektiğini ve her birinin taşıması gereken özellikleri ifade eder. Mesela askerlerde aradığı özellikler, “düşmanlarına sert, yurttaşına karşı yumuşak, yaratılışı bakımından filozof, coşkun ruhlu, çevik, güçlü,”[4] olmaktır.

Platon ayrıca hukuktan ve devlet adamlığı vasıflarından da bahsetmektedir. "Bunun için değil midir ki, yalnızca böyle bir kentte kunduracı kunduracıdır, kunduracılığından başka bir de kaptanlık yapmaz, çiftçi çiftçidir, çiftçilikten başka bir de yargıçlık yapmaz, asker askerdir, askerlikten başka ticaretle uğraşmaz, hepsi de aynen öyledir."[5]

Yukarıdaki izahlardan da anlaşılacağı üzere Platon Devlet kitabında devletin kuruluş şekline, devlet idarecilerin vasıflarına, adalet sağlayıcıların ve vatandaşların ve hatta askerlerin özelliklerine değinirken antik çağdan günümüze ışık tutmaktadır.

Platon’un hocası olan Aristoteles ise “Devlet dediğimiz topluluktur ve o topluluk türüne de siyasal diyoruz. Devlet adamıyla devlet, kralla uyrukları, aile reisiyle ev halkı, efendiyle köleleri arasındaki ilişkilerin hep aynı olduğunu sanmak yanlıştır. Aralarında yalnızca büyüklük değil, nitelik farkı da vardır. Büyüklük ayraç değildir; bir adamla birkaç kişi arasında efendi-köle ilişkisi, daha çoğu arasında aile ilişkisi, bundan daha çoğu arasında da bir krallık ya da siyasal topluluk ilişkisi olduğunu söyleyemeyiz,”[6] diyerek insan topluluklarının idare ediliş şekillerine değinmektedir. 

Aristoteles bireyden devlete doğru dönüşen toplumsal yapının kronolojik gelişimini aile, köy, krallık olarak izah ederken “şehir-devletleri de başlangıçta krallıkla yönetilmekteydi,”[7] diye anlatmaktadır. Aristoteles’te köylerden oluşan birlik yapısı şehir ya da devlettir (polis). Devlet artık kendini idare edebilen ve kendi kendine yetebilen bir hüviyete bürünmüştür.

Aristoteles Politika kitabında devlet yönetimin ortaya çıkışını şöyle ifade eder. “…Bir adamın karısı üstündeki yönetimi bir devlet adamının yönetimidir, siyasal bir yönetimdir; çocukları üstündeki yönetimi ise bir kralın yönetimidir, kralca bir yönetimdir… Çocuklar üstündeki yönetim, kralca bir egemenliğe dayanır, çünkü baba hem sevgiden hem de yaştan ötürü yöneticidir ve bu krallık egemenliğinin ilk örneği olmuştur. Gerçekten, bazıları en iyi anayasanın bütün türlerin bir karması olduğunu söyler ve bunların bazıları, Lakedaimonia yönetimi oligarşi, monarşi ve demokrasiden oluşur, derler: Krallığı monarşidir, yaşlılar kurulu (gerousia) oligarşidir, ama yine de halktan seçilen ephor’lar[8] demokratik olarak yönetse ephor’lar erki bir tiranlıktır.”[9]

 

3- TİRANLIK

Tiran, Eski Yunanca bir sözcük değildir; Doğu dillerinden, olasılıkla da Lydceden Eski Yunancaya geçmiş olduğu düşünülmektedir.

İlk Yunan kentleri krallık adı verilen ve babadan oğula miras yoluyla geçen monarşik bir rejimle yönetiliyorlardı. Kral (basileus) devletin başıydı; Savaşlarda orduya o başkanlık ederdi. Diğer soylu kişiler de ön saflarda savaşır ve devlet işlerinde krala yardımcı olurdu. Alınan kararlarda onlar da söz sahibi olmasına karşın hepsi kralın otoritesine boyun eğmekle yükümlüydü.

Geniş topraklara ve büyük bir zenginliğe sahip bu soylu ve elit kesim kralı devredışı bırakarak yönetim gücünü kendi aralarında paylaşmaya karar verdi ve böylece Yunan kentlerinde aristokrasi (aristokratia) adı verilen rejim başladı. Fakat paranın bulunmasıyla birlikte artan ticari hacim yeni zenginlerin ortaya çıkmasına neden oldu ve bu zenginler de aristokratik yönetimi devirmek maksadıyla kendi aralarından birini tiran olarak çıkardılar. İlk defa M.Ö. 7. yüzyılda ortaya çıkan tiranlık 5. yüzyıla kadar devam etmiştir. Aristokrasiden demokrasiye geçişte önemli bir aşama olarak kabul edilmekte olan tiranlık, Arkaik Dönemin yönetim anlayışına âdeta damgasını vurmuştur.

“Tiran ve tiranlık” Arkaik ve Klasik Dönemde birbirinden çok farklı şekillerde algılanıyordu. Arkaik Dönemdeki insanların ne tiranla ne de tiranlıkla bir sorunu vardı. Çünkü belki de insanlar nasıl bir rejimde yaşadıklarının farkında bile değillerdi.

M.Ö. 5. ve 4. Yüzyıllarda ne oldu da dönemin yazarları ve filozofları (Platon, Aristoteles, vs.) tarafından krallar iyi ve yasalara bağlı yöneticiler; tiranlar ise kötü ve yasa tanımaz kişiler olarak anılmaya başladı? “Anderson bu değişimin en önemli sebebini Perslere bağlamaktadır. Bilindiği gibi Persler, 546 yılında Kyros önderliğinde Kroisos’u devirerek Lydia topraklarını ve başkenti Sardeis’i ele geçirmişler ve bu tarihten itibaren Anadolu’nun tiranlıkla yönetildiğini bildiğimiz batı kıyılarındaki kentlerini tek tek Pers İmparatorluğu’na dahil etmişlerdir. Pers kralları kentlerdeki tiranlık yönetimine ses çıkarmamış, hatta onları destekleyerek kendi işleri için bir maşa gibi kullanmışlardır. Böylece tiranlık Batı Anadolu’da Perslerin âdeta bir oyuncağı haline gelmiştir. Bu durum ise Atina’da demokrasinin gelişmeye başlamasıyla bütün tiranların da çok geçmeden böyle algılanmalarına yol açmıştır.[10]

Fakat genelde tiranlık çoğu kez, taşkın bir demokrasiden ya da bir oligarşiden doğar. “Tiranlıkta hem demokrasinin hem oligarşinin kötü yanlarının birleştiği apaçıktır. Tiranlık oligarşiden iki şey alır: (1) izlenecek hedefin zenginlik olduğu anlayışı -servet, tiran için besbelli zorunludur, çünkü onsuz ne muhafız besleyebilir ne de lüks bir yaşam sürebilir - ve (2) halka karşı güvensizlik; bu nedenle halka silâh vermez, aşağı-sınıflara kötü davranır ve onları başkentte oturtmaz. Bunlar oligarşiyle tiranlıkta ortaktır. Tiranlık demokrasiden de, yukarı sınıflara düşmanlığını almıştır; onları açık ya da gizli yöntemlerle çökertir ve rakip olarak karşısına çıkabilecek ya da yönetimin işleyişini engelleyecek kimseler diye sürgüne yollar. Onun için, tiranın devrilmesini amaçlayan komploların bu insanların arasından kaynak alması doğaldır; bunlar ya kendileri egemen olmaya ya da hiç değilse, köle gibi boyun eğmemeye azmederler.”[11]

Günümüz anlayışında “tiran mevcut yönetimi yasal olmayan yollarla (darbe yaparak) ele geçiren ve elinde bulundurduğu mutlak ve muazzam gücü, yönetimini üstlendiği toplumların refahından ziyade sadece kendi kişisel çıkarları uğruna keyfi olarak tek başına kullanan zalim bir kişi olarak tanımlanır.”[12]

Şayet bir devlet yöneticisi kendini tiranlaştırdığı andan başlayarak, devlet kademelerinde yükselme hırsıyla yanıp tutuşan kanun tanımaz  fırsatçı paragözleri, devletin ve ülkenin ganimetlerinden pay alabilmenin en kestirme yolu olarak gördükleri küçük tirancıklar  olabilmek için büyük tiranın çevresine toplanıp ve hatta kuşatarak onu desteklemeye başlarlar. Büyük tiran ülkeden şahsi zenginlik elde etmenin peşine düştüğünde küçük tirancıklar halkı soymak, varsılların servetini ellerinden almak için her türlü kanuni veya kanuni olmayan yollara başvurarak tuzaklar kurarlar. İnsanları ölüme veya hapse mahkûm ederek korkuturlar. Aralarında ganimetin ve ganimet arayışının kokusunu almayan tek kişi yoktur. “Tiran, uyruklarını birbirine kırdırarak kulluklaştırır ve öyle kişiler tarafından korunur ki, eğer bu kişiler biraz değerli olsalar tiranın bunlardan kendisini koruması gerekir… Tiran kendine yakın olan diğer kişilerin alçaklıklarını ve kendinden lütuf dilediklerini görür. Bu kişilerin tiranın söylediklerini yapmaları yeterli değildir; onun ne istediğini düşünmeleri ve hatta onu memnun edebilmek için düşüncelerini öngörmeleri gerekir.  Tirana yalnızca itaat etmekle kalmayacaklar, onu hoşnutta edecekler, işlerini yapmak için uğraşacaklar, didinecekler, keyifli olmasından haz duyacaklar ve kendi kişisel beğenileri yerine onunkini benimseyerek mizaçlarını, doğal yapılarını değişmeye zorlayacaklardır. Tiranın söylediklerine, sesine, işaretlerine, gözlerine dikkat etmeleri gerekecek ve de arzularını bile bilmek ve düşüncelerini seçebilmek için sürekli  olarak tetikte bulunacaklardır.”[13]

Tiran ve tirancıkların  kötülüklerinden kurtulmanın yolu, tirandan  kurtulmak isteğidir.. “Kulluk etmemeye karar verdiğiniz an özgürsünüz demektir. Onu itmenizi veya dengenizi bozmanızı istemiyorum. Fakat yalnızca onu desteklemeyin; işte o zaman onun altından kaidesi çekilmiş bir Closse[14] gibi tüm ağırlığı ile düşüp parçalandığını göreceksiniz.”[15]

Diktatörleri iktidara taşıyan güç, sadece paraların çokluğu değildir. Hitler örneğinde olduğu gibi diktatörlere sıradan vatandaşlar da yardım etmişlerdi. “Ma,l mülk, mücevherat, sanat eserleri, milis örgütlerine ve parti ordularına verilen tonlarca gıda malzemesi, toplumun itibarlı, saygın kişileriyle kurulan dostane ilişkiler; devlet kuruluşlarının, basının, mahkemelerin, polisin ve ordunun destekleri; silah ve savaş malzemesi, diktatörlere iktidara giden yolu açan paradan çok daha değerli oluyordu çoğu kez. Genelde yaygın olan bir kanaat vardır ki, para hem iktidarda olanlar, hem de iktidara soyunmak isteyenler için bir güçtür. Madalyonun bir diğer yüzü ise şudur:        .         Bağışı yapanlarla alanlar, çoğu kez her ne kadar farklı dünya görüşlerine sahip olsalar da, sonuçta aynı hedef ve fikirde birleşmektedirler.”[16]

Timothy Snyder, Tiranlık Üzerine, Yirminci Yüzyıldan Yirmi Ders  isimli kitabına  Leszek Kolakovski’ın bir sözüyle başlıyor. “Siyasette kandırılmış olmak bir mazeret değildir.” Yirminci yüzyılda yaşanan katliamlar, faşizm ve nazizmin medeniyetlerin beşiği olan Avrupa devletlerini nasıl yakıp yıkıp yok ettiğini, milyonlarca insanı tükettiğini hepimiz biliyoruz. Timothy Snyder kitabında yeni yüzyıl insanlığına aşağıdaki öğütleri veriyor;[17]

Peşinen itaat etmeyin, kurumları koruyun, tek Partili devlet sisteminden kaçının, dünyaya karşı sorumluluklarınızı üstlenin, meslek ahlak değerlerinden şaşmayın, paramiliterlere dikkat edin, silahlanmak zorunda kalırsanız bunu çok iyi düşünün, diğerlerinden ayrışın, dilinize özen gösterin, gerçeklerden şaşmayın, araştırın, karşınızdaki ile göz teması kurun ve sohbet edin, somut politikalar uygulayın, özel hayatınız olsun, hayırlı işlere katkıda bulunun, diğer ülkelerdeki akranlarınızdan bir şeyler öğrenin, sakıncalı sözcüklere dikkat edin, hayal bile edilemeyen gerçekleştiğinde sakinliğinizi koruyun, vatansever olun, elinizden geldiğince cesaretli davranın.

Tiranlıktaki hegemonyada yüz binlerce ve milyonlarca insanın tek bir kişiden korktuğu için ses çıkarmaması ne akla ne de mantığa sığmaktadır. Tirani yönetimin altında ezilen insanlar için savaşma söz konusu olduğunda ölümüne mücadeleye girdikleri düşünüldüğünde tirana itaatin kökenindeki ana unsurun korku olmadığını da söyleyebilir miyiz? O halde ekonomik çıkarları mı bu insanları tiran karşısında sessizleştirmektedir? Böyle bir yaklaşımla tiranilere itaati, ekonomik gerekçelere dayandırmak De La Bonétie tarafından reddedilmektedir. “Sizler gözümüzün önünde , en güzel ve en parlak kazançlarınızın götürülüşüne, tarlalarınızın yağmalanmasına, evlerinizin ve eşyalarınızın çalınmasına seyirci kalıyorsunuz. Öyle bir yaşam sürüyorsunuz ki, hiçbir şeyin size ait olduğunu söyleyebilecek durumda değilsiniz,”[18] demektedir.

Tirani baskının sonucunda özgürlüğünü kaybeden insan yığınları başka bir davranış içerisine girerek kullaşmaya başlar. Oysa ki özgürlük konuşma ile başlar; tiranlıkta konuşan sadece tirandır. “Tiranlık , yalnızca bir kişinin konuşup diğerlerinin onu dinlediği…ve kitlelerin tiranın söylemini tekrarlamaktan başka bir şey yapmadığı bir durumu temsil eder.”[19]

 

4- TİRANSIZ TİRANLIK

Yukarıda bahsettiğimiz üzere, gerek Tunç Devrinde ve gerekse Ortaçağda, insanların bireyden aileye, klana, oymağa, kente, ardından da devlete evrilmesinin ana gayesi; barış ve huzur içinde yaşamak, düşmanlarına karşı kendilerini savunmak veya gerekirse saldırmak amaçlı savaşlara girmek durumları için topluluk haline gelmişlerdir. Dolayısıyla geçmişten günümüze “toplumsal ve siyasal yapıdaki özellikler, söz konusu toplumların savaş veya barış hâli seçenekleri karşısında tavırlarında nereye kadar belirleyici etkenler olarak işledikleri sorusu üzerinde oldukça gelişmiş bir yazın külliyatının varlığı malûmdur.”[20]

Auguste Comte, Saint-Siman, Montesquieu gibi düşünürler modern toplumun ruhunu yansıtan olgular üzerinden sosyolojik analizler yaparken, yine modern toplumun olmazsa olmazı ticaret üzerinden toplumun idaresinde barışçıl yaklaşımı esas alarak toplum yönetimlerini öncelemişlerdir.

Fakat bir realite olarak savaşlarla toplumsal yapılar arasında önemli bir etkinin olduğu da bir gerçektir.  Toplumun siyasi yapısı savaşları belirlerken, savaşlar da başladıktan sonra toplumun siyasi şeklini belirleyebilmektedir. Prusyalı bir general olan Carl Von Clausewitz, “ Bir bütünün parçaları ve bütün ötekileri içine alan üç şey birbirinden ayırmamız gerekir. Bunlar: askeri güçler, ülke ve düşmanın iradesi,”[21]demiştir.

Geleneksel toplumlarda karar vericiler, yani otoriteler, genellikle ya aristokrasi, oligarşi, monarşi veya tiranlar iken modernite ile birlikte otorite ortadan kalkmıştır. Ancak modern toplumda bu boşluğu çoklu otoriteler doldurmuştur. Modernitede değişime uğrayan “otorite kavramı, yerini birçok otoritenin bir araya geldiği bürokratik otoritelere bırakmıştır. Yüzyılın başlarında Weber, bürokrasiyi geleceğin otoritesi olarak görüyordu.[22]

Weber’e göre bir toplumsal ilişki, birden fazla kişinin anlam bakımından karşılıklı bağımlılıklarına uyarlanmış ve yönelmiş davranışlarından oluşur. “Toplumsal ilişkiler bir ekonomik mübadele kadar açık uçlu ve geçici olabilir;  ya da zanaat locası veya devlet örneğinde olduğu gibi nispeten kapalı, kalıcı formasyonlar olabilir. Toplumsal eylemler - ve bilhassa toplumsal ilişkiler- faillerin meşru düzenin var olduğuna inanmalarından etkilenebilir.”[23]

Hannah Arendt ise şiddet üzerine çalışmasında otoriteler ağının aslında modern zamanlarda bir tür “tiransız tiranlık” olduğunu söyler. Bu duruma Cemil Oktay, Modern Toplumlarda Savaş ve Barış isimli çalışmasında “Modern yaşama bir tiranlık hakimdi;  ancak tiranı somut olarak işaret edemiyorduk. Küçük ve adeta hücresel tiranlıklar, modern toplumların dokusuna, tüm alanlarına sızmıştı. Modern yaşamın üretimini ve kamusal işleri sürdüre bilmek için bu tür bir otorite örgütlenmesi gerekliydi. Üstelik bu anonim, anonim olduğu kadar da atomlaşmış tiranlık, düşünme becerisinden yoksun, salt eyleme yönelik bir tiranlıktır. Dahası atomlaşmış modern örgütler, insanlığı kendine ve değerlerine karşı körleştirmiş, kendi körlüklerini toplumun körlüğü haline getirmişlerdi… Modern toplumlarda savaşı ve barışı düşünürken, modernliğin bu çok kendine özgü yönünü sürekli göz önünde bulundurmak gerekiyor. Zamanımızın savaş ve barış hallerini belirleyen büyük ölçüde tiransız tiranlardır. O nokta, eleştiri süzgecinden geçirilmeden, modern toplumların şiddet içersin içermesin eylemlerini anlamak olanaksız bir girişimdir. Toplumsal eylemin bürokratlaşmış özelliğinden belki de en çok nasibini alan örgütler, modern askeri örgütler oluyor… Kışla, olgunun sadece bir cephesidir. Bürokratlaşma, kamusal veya özel tüm eylem alanlarında yayın ve o ölçüde egemen bir olgudur.”[24]

Modern dönemlerdeki bürokratik yapının tiransız tiranlığa dönüştüğü ifade edilmekle birlikte bu tiransız tiranlığın kamusal hizmetleri yürütmeyi gaye edinen görevlilerin eyleme dönük yasa ve kurumların kendilerine tanıdıkları yetkiyi kullanmaktan ibret olduğu anlaşılmaktadır.

 

SONUÇ:

Batı medeniyetini benimsemiş ülkelerde, az veya çok  demokrasi anlayışı egemen olsa da, bu ülkelerde dahi tiranlığın izlerine ülke bürokrasisinde  rastlamak mümkündür ve bunlar tirazsız tiranlar olarak da adlandırılmaktadır. Tiransız tiranlar,  batıda devleti ve toplumu korumayı hedefleyen eylem odaklı kamu ve özel sektörün irili ufaklı karar vericileri iken, Rusya, Çin, İran ve diğer Asya devletlerinde, genelde iktidar odaklı tiransız tiranlık hakimiyetinin olduğu görülmektedir. Bunun nedeni, demokrasi kültürünün tam olarak yerleşmemesi, demokrasinin yasalara saygı çerçevesinde işletilmemesidir.

Demokrasi yeterince oluşmadığı devletlerde, siyasete ve siyasetçiye güvenmeyen devlet bürokrasisi ve özellikle de askeri bürokrasi, türlü gerekçelerle devletin diğer bürokratik kesimleri ile ilişki içerisinde hükümetlerin iktidar olmalarına engel olacak yasal veya fiziki engeller koyarak, yasaların kendilerine tanıdığı yasal tiransız tiranlığı  adeta görünmez bir tiranlığa çevirebilmekte ve daha da ileri giderek önce timokrasiye, ardından tiranlığa ve en nihayetinde de oligarşiye dönüşebilmektedir.

Türkiye, bürokrasinin gücünü,  1960 ve sonrası yaşanan askeri darbelerle fiilen öğrenmiştir. Başta ordu olmak üzere birçok devlet kurumunun, kendileriyle iyi ilişki kurmayan veya kendilerine cephe alan hükümetlere karşı yasaların verdiği görev ve yetkilerini kullanarak onları iş yapamaz hale getirmiş ve hatta iktidardan uzaklaştırıp kendi iktidarlarını ilan etmişlerdir.

Yasaları, algılama ve anlayış biçimlerine göre uygulamaya koyan bürokrasi elitleri, yani tiransız tiranlar, iş dünyası ve siyasetçilerle çeşitli çıkar ilişkilerine girerek kendilerine maddi ve manevi çıkar sağladıkları da bir realitedir. Buna Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte birden bire ortaya çıkan politbüro ve yüksek bürokrasi zenginlerinin, yani oligarkların türemesi önemli bir örnek teşkil eder.[25] İster devlette olsun, isterse özel sektörde olsun kimlerin çıkarcı tiransız tiran oldukları sahip oldukları servet ve liyakatsiz olarak elde ettikleri makamlardan kolayca anlaşılabilir.

Bu sonuçlardan sonra dünya üzerinde hala varlığını sürdüren güçlü tiransız tiranlar sınıflandırmaya tabi tutarsak;

1-      Terör örgütleri; Zaman içinde tirani devletlerin kontrolüne girerek onların tiransız tiranlar örgütleri haline gelmektedirler. 

2-      Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyeleri; Dayatmacı ve çıkarcı     anlayışlarıyla  dünya devletlerine karşı tiransız tiranlık yaptıkları da söylenebilir.

3-      İktisadi kurum ve kuruluşlar;  İktisadi hayat içerisinde  her türlü ticari, sanayi ve mali aktörlerinde tiransız tiranlıklarından bahsedilebilir.

4-      Parti lider ve yöneticileri; Seçim ve partiler yasasının parti başkanlarına tanıdığı aşırı yetkiler başkanlarının tiranlığını veya tiransız tiranlığını teşvik mahiyetindedir. Bu tip yasaların hâkim olduğu ülkelerde milletvekilleri ve parti yöneticileri parti liderini tiranlığa teşvik ederek, kendileri liderlerinin gönüllü kullarına dönüşerek kendi küçük tiranlarını ilan etmektedirler.

5-      Tirani emperyalist devletler; Günümüz dünyasının tiran devleti olarak varlığını sürdürürken ABD ve onun tiransız tiranlığını yapan batı devletleri ABD’nin tiranlığını kutsallaştırıp batının emperyalist sömürü düzenine katkı sunmaktadırlar.

6-      Dini yapılar; Kiliselerin, Sinagogların ve diğer dini kuruluşların ve cemaatlerin ruhani yöneticileri dini kullanarak din üzerinden toplum üzerinde tiransız tiranlık yaptıkları da ifade edilebilir.

7-      Patronlar ve iş birlikçisi beyaz yakalılar; Yine ekonominin baronları kendi ekonomik imparatorluklarını sevk ve idarede adeta tiranlaşırken, beyaz yakalı emekçiler de patronlarını daha fazla zenginleşmesine sağlamakta ve bu sayede patronaj zenginleşmesinden kendilerine düşecek payı artıracak  şekilde tiransız tiranlara dönüşmektedirler.

Tiranlıkla yönetilen ülkelerde tiranları ve onların küçük tirancıklarını ortadan yasal veya zor kullanarak kaldırmak mümkünken, modern dünyada tiransız tiranları ortadan kaldırmak mümkün değildir. Özellikle ekonominin, siyasetin, yargının ve ordunun silahlı gücünü elinde bulunduranların tiransız tiranlığı kolayca yok edilemez. Çünkü bu kesimler zaten halktan ve gözlerden uzak sürdürdükleri hayatın içinde birbirleri ile çıkar ilişkisi içinde büyük bir dayanışma ve kararlılıkla güçlerini muhafazaya çalışmaktadırlar.

Kanun tanımaz tiranlığın veya tiransız tiranlığın hüküm sürdüğü coğrafyalarda ve ülkelerde gerek doğa, gerek toplum ve gerekse de medeniyet sömürülmeye ve tüketilmeye devam edecektir.

 

  

 

 

 KAYNAKÇA

 

Aristoeles, Politika, Remzi Kitapevi

Carl von Causewitz, Savaş Üzerine, May Yayınları

Cemil Oktay, Modern Toplumlarda Savaş ve Barış, Bilgi Ünv. Yayını

Cem EROĞUL, Siyasal düzenlerin sınıflandırılmasına ilişkin birkaç tarihsel örnek ve tartışma, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Komisyonu, Ankara 1981 Ankara Üniversitesi Basımevi.

Coşkun Can Aktan, İdeal Bir Siyasal Yönetim Arayışı ve Anayasal Demokrasi, Hukuk Ve İktisat Araştırmaları Dergisi, Cilt 8 sayı 2, 2016

Etienne De La Boétie, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev, İmge Kitapevi​, 2013Frank

Fritz Ringer, Weber’in Metodolojisi üzerine

Genetto Mosca, The Ruling Class, Mcgraw-Hill Book Company.

Hannah Arendt, Şiddet Üzerine, İletişim Yayınları​,1997

Hannah Thoburn, Rusya Siyasetini Anlama Kılavuzu(Rapor), SETA Yayınları, İstanbul 2015

Hüseyin Uzunoğlu, Arkaik Çağ'da Tiranlık

John Stuart Mill, A System Of Logic, Ratiocinative And  Inductive,    Harper  &  Brothers 

Kaan H. Ökten, Siyasal ve Dinsel Düşünce tarihine Giriş,  Alfa Yayınları

Nihat YILMAZ, Antik yunan dönemi karşılaştırmalı siyaset biliminde siyasal sistem sınıflandırmalarına genel bir bakış, Doğuş Üniversitesi Dergisi, 15 (1) 2014, 123-138

Mete Ulaş Aksoy, Leo Strauss’un Hıero Yorumunda Tiranlık Öğretisi Ve Felsefe, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, 2018.

Murat Aslan, Klearkhos’un Byzantion’daki Tiranlık Rejimi, Aktüel Arkeoloji Dergisi

Platon, Devlet

Peter F. Wıener, Hitler'in Manevi Atası Martin Luther, Kaknüs Düşünce, 2002

Seymour Martin Lipset, Siyasal İnsan, V Yayınları

Timothy Snyder, Tiranlık Üzerine, Yirminci Yüzyıldan Yirmi Ders, Olvido​ Kitap

Walter Görlitz, Diktatörlerin Arkasındaki Parababaları, Altın Kitaplar,1995

Wilson Kiel, Civil War Soldiers of Kendall CountySkyline Ranch Press​



[1] Coşkun Can Aktan, İdeal Bir Siyasal Yönetim Arayışı Ve Anayasal Demokrasi, Hukuk Ve İktisat Araştırmaları Dergisi, Cilt 8 sayı 2, 2016

[2] Platon, Devlet, Birinci Kitap

[3] a.g.e. İkinci Kitap

[4] a.g.e. ikinci kitap

[5] a.g.e. ikinci kitap

[6] Aristoteles, Politika, Remzi Kitapevi, 1982. s. 9

[7] Aristoteles, Politika, Remzi Kitapevi, 1982.  s. 8-26

[8] Ephor(efor) Sparta'nın üst düzey sulh yargıçlarına verilen addır. Beş kişilik bir heyet her yıl dönemlik seçilirdi ve bu kişiler her ay krallarının emirlerine uyacaklarına yemin ederlerdi. Aynı şekilde Sparta kralı da kanunlara uyacağına yemin ederdi.

[9] Aristoteles, Politika, Remzi Kitapevi, 1982. s. 44

[10] Eda Akyürek Şahin, Burak Takmer, Fatih Onur, Eski Çağ yazılar 1, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, sss. 181,182,183

[11] A.g.e. s.164

[12] A.g.e. ss. 177,178

[13] Etienne De La Boetie, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev, İmge Kitapevi​, 2013, ssss. 52,53,53,55

[14] Dünyanın yedi harikasından biri olan Rodos’taki devasa Helios (belkide Apollon) heykeli.

[15] A.g.e.26

[16] Walter Görlitz, Diktatörlerin Arkasındaki Para Babaları, Altın Kitaplar,1995, ss.8,9

[17] Timothy Snyder, Tiranlık Üzerine, Yirminci Yüzyıldan Yirmi Ders, Olvido​ kitap, 2017 s. 10

[18] Etienne De La Boetie, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev, İmge Kitapevi​, 2013, s. 85

[19] A.g.e. s.93

[20] Cemil Oktay, Modern Toplumlarda Savaş ve Barış, Bilgi Ünv. Yayınları. 2014 s. 1

[21] Carl von Causewitz, Savaş Üzerine, May Yayınları, 1975, S.68

[22] Cemil Oktay, Modern Toplumlarda Savaş ve Barış, Bilgi Ünv. Yayınları. 2014 s. 12

[23] Fritz Ringer, Weber’in Metodolojisi üzerine, Doğubatı Yayınları, 2006 s.196

[24] Cemil Oktay, Modern Toplumlarda Savaş ve Barış, Bilgi Ünv. Yayınları. 2014 s. 12 13

[25] Hannah Thoburn, Rusya Siyasetini Anlama Kılavuzu(Rapor), SETA Yayınları, İstanbul 2015



Okunma Sayısı:2018    
Tarih: 19-06-2019 10:17


© Copyright 1998-2018 www.askerisosyoloji.org .Tüm hakları saklıdır.
destek@askerisosyoloji.org